Savunma mekanizmasını; “ben ve dürtü arasındaki uzlaşmazlıkta benin kendini bilinçdışı korumaya almasıdır” diye tanımlayacak olursak bir şeyler eksik kalacaktır. Zira ben, yalnızca doyuma giden yolu arayan arzu ile çatışma halinde değildir. Aynı derecede bu arzuya bağlı duygulanımlara da karşı koyar.
Cinsel arzuların yanında sevgi, acı, yas, kıskançlık, küçük düşme, özlem duyguları, ; saldırgan arzuların yanında ise kızgınlık, nefret, öfke duyguları ait oldukları arzu bastırıldıktan sonra benin çeşitli önleme çabalarına maruz kalır yani duygular dönüşüme zorlanır ve böylece duygu dönüşümünün söz konusu olduğu her durumda “ben” bir etkinlik göstermiş olur.
Öznenin beni, yaşamın belli dönemlerinde kendi yapısına uygun olarak değişik savunma düzenekleri tercih edebilir ve bu savunmaları hem dürtüye karşı olan savunmasında hem de duygulanıma karsı olan savunmasında kullanabilir. Öznenin dürtüsel isteme karşı savunması aynı zamanda istenmeyen duygulanımda nasıl davranacağı hakkında da bize bilgi verir. Eğer duygulanım dönüşümleri özellikle belirginse, mesela coşkularını tümüyle bastıran biriyse, kendini serbest çağrışım düşüncelerinde de aynı şekilde korur. Özetle ben, elindeki bütün olanakları şiddeti farklı olsa da bütün çatışmalarında kullanır.
Savunmaların karakter özelliği taşıması;
Bir zamanlar çok aktif kullanılan savunma mekanizmalarının kalıntıları; kişide alaycı ve kibirli davranış, donuk ve katı bir bedensel tutuma neden olur. Bu kalıntılar kaynaklandıkları kaynaktan uzaklaşarak karakter özelliği, Wilhelm Reich’ın deyimiyle ‘karakter zırhı’ haline gelirler. Bu savunma biçimi kalıcı hale geldiğinden, böyle bir durumda içerden gelen arzu ve duygulanımlar ile dışardan gelen uyaranlar arasındaki ilişkiyi kurmakta mümkün değildir artık.
Savunma mekanizmaları ve semptom arasındaki ilişkiye bakacak olursak;
Semptom dediğimiz şey, belli bir dürtüsel arzuya karşı belli bir savunma yönteminin saplantılı olarak kullanılmasıdır. Belli nevrozlarda belli savunmalar kullanılır. Örneğin histeride bastırma savunması, takıntılı nevrozda yalıtma ve yapma bozma savunmasının kullanılması gibi.
Sonuç olarak ben, savunma çabaları yardımıyla kaygı ve hoşnutsuzluğun ortaya çıkmasını engelleyebiliyor, dürtüde yapılan gerekli değişimlerle güç koşullarda da dürtünün doyuma ulaşmasını güvence altına alabiliyorsa ve böylece id, üstben ve çevresel güçler arası uyum sağlayabiliyorsa savunma çabaları başarılıdır diyebiliriz. Ancak nevrotik semptomlar beliriyorsa, bastırılan malzeme bilince geri dönüyorsa, yeni uzlaşma zorunlulukları ortaya çıkıyorsa, savunma çabaları başarısız olmuş ve ben yenilgiye uğramıştır diyebiliriz. Şöyle ki, cinsellik ve saldırganlık dürtüsünün varlığına ve bir miktar doyumuna izin veren olumsuza alan açmadığımızda, yani nefretin, hasetin, öfkenin varlığını kabul edemediğimizde; bırakın doyumunu, düşüncenin varlığıyla saçlandırıldığımızda korkulan duygu ait olduğu dürtüsüyle birlikte bilinç dışına itilir. İtilen nefret, abartılı karşıtı olarak bilince geri döner. Bundandır belki de fazla olumluma muhakkak ki krize gebedir.
Psikolog Dilek EKEN